Meclis Başkanı Kurtulmuş, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik Yargıtay kararının TBMM’de okunmasının ardından başlayan tartışmalarla ilgili konuştu.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik Yargıtay kararının TBMM’de okunmasından sonra başlayan tartışmaları Birleşik Arap Emirlikleri ziyaretinden dönüşte Milliyet’e değerlendirdi.
Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesinin ardından muhalefetin vatandaşları sokağa çağırmasını eleştiren Kurtulmuş “Bizim yerel mahkeme adına karar verip Meclis olarak Atalay’ın tutukluluk halini kaldırmak gibi bir yetkimiz yok. Siyasi tartışmaları sokakta halletmeye kalkmak doğru değildir” dedi.
ELEŞTİRİLER HAKSIZ VE MAKSATLI
Kurtulmuş’un açıklamaları şöyle:
Can Atalay meselesi veya başka bir konu üzerinden siyasi tartışmaların köpürtülerek bugüne kadar gelinmiş olmasını ben şahsen doğru bulmam. Karar okunurken “Meclis Başkanı neden burada yoktu” diyenler var. Önce şunu söyleyeyim. Biz burada, milletimizin verdiği yetkiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, milletimizi temsilen ülkeler arasında diplomatik ilişkileri arttırmak ve parlamenter diplomasinin imkanlarından istifade etmek için görüşmeler yaparken, böyle bir çalışmanın içerisindeyken benim şahsımı da işin içerisinde katan, hatta bu ziyaretle Atalay’ın kararının okutulmasını bir şekilde ilişkilendiren bazı açıklamaları kategorik olarak reddettiğimi ifade etmek isterim. Bunlar haksız ve doğru olmayan yorumlardır. Bu ziyaretler aylar öncesinden planlanmıştır.
SOKAĞI İŞARET YANLIŞ
Meclis Başkanı’nın teamüller gereği Meclisi ne zaman yöneteceği bellidir. Biz bu hafta Ankara’da olsaydık dahi kararı yine Sayın Bozdağ okutacaktı. Çünkü Meclisin çalışmalarında Genel Kurul yönetimi nöbetçi başkanvekili tarafından deruhte edilmektedir. Dolayısıyla bu süreci, hele hele buradan doğacak siyasi tartışmaları sokakta halletmeye kalkmak doğru değildir.
TARAF DEĞİLİZ
Şimdi biz baştan beri söyledik; iki yargı kurumu arasındaki hukuki ihtilafın tarafı Meclis değildir. Bu süreçte Meclisin taraf olmaması için de özel bir özen gösterdik. En başta, Meclisin ilk açıldığı gün Atalay’ın ismi okundu, davet edildi. Tabii tutuklu olduğu için gelemedi. Arkasından özlük hakları verildi, danışmanları atandı. Ayrıca İnsan Hakları İzleme Komisyonuna, bağımsız milletvekillerine düşen kontenjandan yine bütün partilerin ortak anlayışıyla, Başkanlık Divanında Can Atalay’ın olmasıyla ilgili ortak bir yaklaşım sergilendi. Ben bunu defaatle daha evvel de söylemiştim. Yani bu süreçte Meclisin tavrı bellidir. Bizim yerel mahkeme adına karar verip Meclis olarak Atalay’ın tutukluluk halini kaldırmak gibi bir yetkimiz yok. Dolayısıyla fiili olarak tutukluluk süreci devam etti. Mecliste birçok defa milletvekillerin dokunulmazlığı kaldırıldı, milletvekillikleri düştü… Buna benzer olaylar, defaatle tekrarlandı. Bu anlamda esas itibarıyla Meclisin üzerine düşen sorumluluk Anayasada var olan bu konudaki çelişkileri ortadan kaldırmaktır.
KİMSE DEVLETİN ÜZERİNDE YETKİYE SAHİP DEĞİL
Yüksek yargı birbirleriyle çelişen, kararları farklılaşan kurumlar olmanın ötesine geçmelidir. Her birisinin fonksiyonu bellidir. Her birisinin vazifesi bellidir. Hiçbir mahkeme devletin diğer kurumlarının üzerinde bir hak ve yetkiye sahip değildir. Dolayısıyla bütün bunların yeniden düzenlenmesi, örneğin; 153. Madde, 138. Maddelerin yeniden düzenlenmesi ve 14. Maddesi’nde devlete karşı işlenen suçları belirleyen faaliyetlerin daha sarih, daha açık bir hale getirilmesi için bazı değişikliklerin yapılması gerekir. Meseleyi şahsileştirmemek gerekir derken, bu ya da benzeri problemleri sistemik olarak çözmenin Meclisin görevi olduğunu hatırlatmak isterim.
MUHATAP DERECE MAHKEMESİ
Şu denebilir. Daha evvel de bitmişti, niye okutmadınız da şimdi okutuyorsunuz. Kararın okutulmasında acele edilmeyerek hem ilgili milletvekiline hukuki yolları tüketme, hem de yüksek mahkemelere aralarındaki içtihat farklılıklarını hal yoluna koyma imkânı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararlarını hukuki açıdan denetleme durumunda olmadığımız gibi icrası konumunda da bulunmuyoruz. Muhatap derece mahkemesidir.
BAE İLE TİCARETTE 50 MİLYAR DOLAR HEDEFİ
Bu ziyaret hakikaten çok başarılı oldu, zamanlaması itibarıyla da yerinde oldu. Her iki ülkede de Devlet Başkanları ve Meclis Başkanları ile görüştük, ilaveten Bahreyn’de Şura Meclisi Başkanı ile BAE’de de Devlet Başkanı Yardımcısı, Başbakan ve Dubai Emiri ile görüşmelerimiz oldu. Türkiye’ye karşı fevkalade pozitif bir yaklaşım içerisinde olduklarını hem bölgesel sorunların aşılması bölgedeki gerginliklerin azaltılması bakımından Türkiye ile ilişkilere çok büyük önem atfettiklerini gördüm. Tabii daha da önemlisi hem bölgenin geleceği hem kendi gelecekleri bakımından da Türkiye ile birçok alanda ortaklığın, işbirliğinin gerçekleşmesi için de samimi, iyi niyetli ve yapıcı bir yaklaşım içerisindeler. Örneğin şu anda 20 milyar dolar seviyesinde olan Türkiye-BAE arasındaki ikili ticaret hacmimiz var, AL Nahyan diyor ki bu yetmez, 50 milyar dolara çıkartılması lazım, belki ileride iki katına çıkartılması lazım.
SAVUNMA SANAYİİNDE İŞBİRLİĞİ
Türkiye ile bu ülkeler arasında her alanda karşılıklı işbirliği, ortak projeler ve ortak yatırımlar yapılabilmesinin mümkün olduğunu gördük. İnşallah bunlar gerçekleşir. Savunma sanayi başta olmak üzere çok faydalı, verimli işbirlikleri geliştirilebilir. Turizm, kültürel alanda işbirliklerimiz artırılabilir. Örneğin Yunus Emre Enstitüsü’nün BAE’de açılabilmesi için taleplerimizi tekrarladık ve ümit ediyorum ki en kısa süre içerisinde Yunus Emre Enstitüsü burada hem Türk dilini hem Türk kültürünü öğretmek bakımından faydalı çalışmalarını başlatabilir. Benzer şekilde örneğin Birleşik Arap Emirlikleri’nin İstanbul ya da Ankara’da kültür merkezi açmasının ilişkilere çok katkısı olacağı kanaatindeyim. Tabii bu ziyaret kapsamında ASELSAN’ın Abu Dabi’deki ofisinin açılışını da gerçekleştirdik. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanımız, ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN, TUSAŞ gibi çok değerli şirketlerimizin genel müdürleri, yönetim kurulu üyelerinin olduğu bir toplantıyı gerçekleştirdik. Orada verdikleri brifingde Türk savunma sanayiinin geldiği son noktadaki başarıları bir kere daha hatırlatmış oldular. Bunlar, buradaki dostlarımız bakımından çok ilgi çekici. Özellikle dışa bağımlılık, bölge dışındaki ülkelere, Batılı ülkelere bağımlılık noktasında kendilerini daha bağımsız hissedecekleri, daha güçlü hissedebilecekleri bir işbirliği alanı olarak görülüyor. Ümit ederim ki bu gerçekleşir.
İLİŞKİLER DÜZELİYOR
Şu anda çok sıcak, çok dostane ve biraz da benim gördüğüm geçmişteki o gergin ortamdaki kayıplarımızı telafi etmeyi düşünen bir olumlu yaklaşım içerisindeler. Zaten bizim tarafımız öyle. Ümit ediyorum ki Sayın Cumhurbaşkanımızın 12-13 Şubat’ta buraya yapacağı ziyarette bu adımlar daha ileriye atılır, daha ortak noktalar bulunabilir geliştirilebilir. Ben şahsen bu ziyaretlerin çok faydalı olduğunu, soğukluğun geçmenin ötesinde çok sıcak bir ilişkinin gelişmekte olduğunu gördüm ve bundan fevkalade memnun olduğumu ifade etmek isterim.
DURAĞAN DIŞ POLİTİKA OLMAZ
Zaten bütün dünyada dış politika böyle bir hale geldi ama özellikle Türkiye, sahip olduğu potansiyel, içinde bulunduğu coğrafyanın bize verdiği büyük imkanlar ve çok büyük riskler çerçevesinde asla durağan bir dış politika seyri içerisinde olamaz. Yani eski soğuk savaş döneminin kalıpları içerisinde dış politika inşa edilemez. Hiçbir ülke bunu yapamaz da hele Türkiye hiç yapamaz. Dolayısıyla sanki soğuk savaştaymışız gibi, yani ebedi müttefiklerimiz ve ebedi rakiplerimiz varmış ve bunlar hiç değişmezmiş gibi davranamayız.
Türkiye, bu süre içerisinde çok taraflı, ilkeli, herkesle görüşebilen ama her şeyden önce de Türkiye’nin ve bölgenin menfaatlerini önceleyen bir bakış açısıyla dış politika geliştiriyor.
Örneğin, Rusya-Ukrayna arasında itibarlı görüşmeler aracılığıyla kendi fikirlerimizi anlatabildiğimiz ve temel meselelerde özgün politikalar geliştirebildiğimiz bir siyaset izliyoruz. Rusya-Ukrayna arasında ortaya konulan tavır da aynı şekildedir. Herkesle görüşüp müzakere masasını açık tutarak burada bölgenin ve Türkiye’nin menfaatine olan işleri yapabilmek… Kaldı ki tek tek burada isimlerini saymayayım ama bölge ülkelerinin her birisi bu gerginliklerden olağanüstü zarar gördüler. Bu gerginliklerin bu ülkelerin hiçbirisine faydası olmadı. Öte yandan, İsrail’in Filistin’e karşı saldırganlığının ortaya çıkardığı yeni belirsizlikler, yeni istikrarsızlıklar ve çok yakın geleceğimize ait yeni, olağanüstü yüksek tehditler göz önünde bulundurulursa, bölge ülkeleri kendi aralarındaki işbirliğini dostane bir şekilde geliştirmek mecburiyetindedir. Bu her bakımdan; buradan işte Bahreyn’den, BAE’den ya da diğer Körfez ülkelerinden bahsediyoruz, bunların hepsinin menfaatine olduğu gibi Türkiye’nin de menfaatinedir. Yani ben sana küstüm ve ilanihaye küs kalacağım demek dış politikanın rasyonalitesi içerisinde mümkün değildir. Türkiye hiçbir zaman ilkelerinden taviz vermeden mücadelesine devam ediyor. Kendi itibarını, ilkelerini koruyarak herkesle görüşüyor ve mümkün olduğunca sonuç almaya çalışıyor.
BÖLGEDE PARADİGMA DEĞİŞİYOR
İsrail’in, özellikle Netanyahu ve yönetiminin saldırgan tavırları ve arkasında Batı’nın, Amerika’nın kayıtsız şartsız desteğinin nerelerde duracağı belli değil. Böyle bir siyasi manzara herkesin gözüne sokulmuş oldu. Dolayısıyla bunun aslında çok ciddi bir dirilişe, uyanışa vesile olmasını da temenni ediyorum. Aksi takdirde ortak adımlar atılamazsa, bu savaşın Kızıldeniz’e yayılma ihtimali var. Bölge ülkeleri kendi aralarında birbirlerini tehdit olarak algılamayı sürdürürlerse; diyelim ki İran, Suudi Arabistan, Yemen’deki çatışmalar, bölge ülkeleri arasındaki gerginlikler… Bunların geçmişte hiçbirisine faydası olmadığı gibi gelecekte de zerre miskal faydası olmayacaktır. Hatta bundan sonra çok daha büyük zararlar gerçekleşebilir. Bunun artık herkesçe görüldüğünü biliyorum. Dostluk, kardeşlik, kültürel, tarihi birliktelik bunların hepsi eyvallah ama bunun üstünde ülkelerin somut kazanımları ortaya konuldukça bu ilişkilerin çok daha verimli bir noktaya gideceğinden eminim.
BAE’DEN YATIRIM İÇİN İSTEKLİ
Yeni yatırımlar olabilir. Çok büyük imkanlar var. Bunları nihayetinde rasyonel şartlar içerisinde, ticari ortaklıkların faydalı olacağı anlaşılan her alanda biz bu ortaklığın yapılabileceğini görüyoruz. Hem Türkiye tarafında bilgi, birikim, deneyim var hem bu tarafta aynı şekilde bir tecrübe var ve bunu finansa edebilecek imkanları var. Bunların hepsi bir araya getirilerek ülkelerin ortak faydalarına uygun sonuçlar alınır.
PROVAKASYONLARA DİKKAT
Hem Bahreyn’in hem BAE’nin halklarıyla Türk halkı arasında hiçbir problem yoktur, hiçbir farklılaşma yoktur. Tabii ki lisanlarımız, kültürlerimiz farklı olabilir ama kendisini birbirine çok yakın hisseden halklardır. Maalesef Türkiye’de yükseltilmeye çalışılan ırkçılığın, özellikle Arap düşmanlığı, İslam ülkelerinin vatandaşlarına karşı düşmanlığın üretilmiş bir provokasyon olduğu kanaatindeyim. Bunun Türk halkının kendi isteğiyle ortaya çıkmadığı, birtakım ırkçı odakların, belki perde arkasından uluslararası çevrelerle irtibatlı bazı odakların ürettiği bir provokasyon olduğu kanaatindeyim. Bizim milletimizin geleneğinde ırkçılık yoktur. Biz yaratılanı yaratandan ötürü severiz, Hazreti Ali Efendimizin ifadesiyle bütün insanlığı yaratılışta eş, bütün Müslümanları da dinde kardeş görürüz. Halkımızın kahir ekseriyeti böyledir. Arada sırada birkaç tane provokatör çıkabilir. Mesela geçtiğimiz yıl Arap ülkelerinden bir kişiye yapılan saldırı tamamen münferit bir saldırıdır. Birileri bunu artırmak istiyor. Özellikle Filistin meselesi noktasında Türk kamuoyunun fevkalade büyük bir duyarlılık, birlik beraberlik gösterdiği bir noktada ortaya çıkarılan bu üretilmiş Müslüman düşmanlığı, Arap düşmanlığının çok tehlikeli olduğunu görüyoruz. Ama bunun bizim milletimizi asla bağlamadığını, bizim milletimizin böyle bir tavrı olmadığını herkes biliyor. Onun için görüşmelerimizde de hiçbir şekilde resmi, özel bu konular gündeme dahi gelmedi. Bu bizim için çok marjinal bir şeydir.
TÜRKİYE OYUNA GELMEZ
Şundan emin olun ki Türkiye’nin içerisinde bu Arap karşıtlığı, İslam karşıtlığı yapanlarla İslam ülkelerinde Türk karşıtlığı yapanlar aynı odaklardır. Biz bu filmi çok gördük. 20 yılda koskoca Osmanlı Cihan Devleti’ni ırkçılık üzerinden parçalamadılar mı? Aklımıza başımıza alacağız, bu anlamda Türkiye’nin, bizim aziz milletimizin çok feraset sahibi olduğuna da inanıyorum, böyle oyunlara gelmez bu oyunlardan da bir sonuç çıkmaz.